O kadar uzun zaman olmuş ki buradan ayrılalı.
Kendime kişisel web sitesi kurmuş ve birtakım daha ciddi yazıları oradan yazıyordum. (Gezi, kitap, film incelemeleri gibi.)
Onu bir süre askıya aldım, oraya da döneceğim. Ama bir süredir blog yazma isteği, hevesi o kadar arttı ki, yeniden bir blog, web günlüğü aramanın peşine düştüm. İçimdeki yazma hissinin karşısında duramaz oldum:)
Bu yazma durumu belki eskisi gibi olmayacak. Bir şeyler değişti, yazma hevesi de sanırım form değiştirdi, evrildi.
Twitter'da paylaşmak da dönemsel bir durumdu sanırım. Artık orada o kadar içten yazamıyorum. Paylaşmak pek içimden gelmiyor.
Ancak; yaşadıklarımı, hayatımı, izlediklerimi, okuduklarımı, bende uyanan bazı hisleri ve düşüncelerimi paylaşma, daha doğrusu bir yerlere kayıt altına alma arayışımın önüne geçmek istemiyorum artık. Bir sürü mecra ararken neden burası olmasın ki dedim sonra. Yeniden yuvaya dönüşümüme(!) bir "Hoşgeldin" mahiyetinde, kendi kendime Merhaba, demek istedim.
Merhaba Kendim.
Hoşgeldim :)
Sakız Ağacı
Yazılanlar/yaşananlar "yalnızca" hayal ürünüdür.
18 Temmuz 2020 Cumartesi
1 Mart 2015 Pazar
Şubat 2015, 11 tane kitap okumuş, 4 tane film izlemişim.
4 defa vapura binmişim. haftanın beş günü ofisin penceresinde martılara ekmek vermiş, bir kaç defa denizi izlemişim. En çok Olafur Arnalds dinlemiş, bıkmamışım. Cemil Kavukçu'nun kelimeleri ile bu ay tanışmışım okurken birkaç defa gözlerim dolmuş. Çok iyi bir yazar mı bilmem ama beni çocukluğuma çokça ve anılara gidip gidip getirmiş. Soğuktan yine nefret etmiş, içimden milyon kez "bahar gelsin artık" diye geçirmişim.
Ressam Cézanne'nin "Ağaçların kokusunu resmedebilmek gerek" sözünü bu ay öğrenmiş hak vermişim.
Hayatımda hep olsun dediğim insandan vazgeçmiş, üzülmüşüm. Belki o benden vazgeçti, bilemiyorum. İnsan ilişkileri zor, çok zor.
Şubatın son günüydü dün, menekşemi aldım karşıma, cidden konuştum, öptüm yapraklarını. "Ne olur küsme solma , çiçek aç" dedim. Dinler mi bilmiyorum. Umarım.
Yazının şarkıları:Ólafur Arnalds - Undan Hulu
In the Mood for Love - Angkor Wat Finale
18 Şubat 2015 Çarşamba
Kar/Fesleğen
Zeze Eleni Spyros Gece*, karı izliyor pencereden. "Doğduğun yıl çok kış olmuştu, çok kar yağmıştı" böyle anlatacağım ona geldiği zamandan bahsederken ileride. Yani o ve ben ikimiz de yan yana ve birlikte ve hayatta kalırsak. Ardından "kar neden var kaaaar*" diye de eklerim belki. Birlikte güleriz sonra, olamaz mı olabilir.
Şubat. Pencereden karın yağışı izlemek neye dair. hem kar böyle Kış Uykusu'ndaki gibi yağarken? İnce ince, sakin, tanelere müzik karışmış her taneyi bir nota indirir gibi yere.
"Kar neden yağar kaar"
Fesleğene avucumu sürüp avucumu kokladığım onca zaman geçirdim. Fesleğenin kokusu zamanlar zamanlar boyunca elimde kaldı.
Ama insan kokuları da sevmeyebiliyor artık, fesleğen fesleğen olduğu için, ya da fesleğen kokusu olduğu için değil, eline yapışan koku bitip fesleğenin kokusu gittiği için.
Yazının Şarkısı: Gnossienne 1 Erik Satie / Erkan Ogur (Guitar and Piano)
*kedinin adı
*kedinin adı
* Hasan Ali Toptaş- Gölgesizler
16 Şubat 2015 Pazartesi
Şarkılar bir oyundur ya da siyah
İstanbul'da tam yaz sonu/ sonbahar başlangıçları. 2011. İstanbul'a ilk geldiğim zamanlar.
Anadolu yakasından gelip Eminönü'nde buluşalım diye anlaşmışız. Ama farklı yerlerde bekliyormuşuz. Ben ki hiç bilmiyormuşum kaç liman, kaç durak var. Kulağımda Ortaçgil/Şarkılarım Senindir çalıyor. Uzun bir süre anlaşamıyoruz, "limanda değil misin," " evet ben burdayım sen nerdesin" şeklinde geçiyor konuşmalar. "şarkılarım senindir" kısmında görüyorum onu. Sarılıyoruz. Yanında okuldan arkadaşı var. Kötü ve bir süre onlarda kalmak için İstanbul'da ve hep bizimle. İş görüşmesinden çıkmışım, ayağımda topuklularla yürüyorum. Elimden tutuyor, "çiçeğe benziyor ebruli" , sarılıyoruz sanırım, umutmuşum, insan unutmaya çalışınca beyni garip bir hızla çalışıyor, hoş bazı şeyleri 60 yaşına gelince dahi unutmayacak sanırım orası ayrı. Bilmiyorum ki neleri süzüp neleri bırakıyor. Bilmiyorum. "özenle seçilmiş sözcükler."
Vapura binmeyi hep sevdim, yine birlikte üç kişi vapura biniyoruz. Karşımıza torunuyla bir çift var. Elinde balık kraker var küçük kızın sanırım 5/6 yaşlarında. -Bak istersen abiyle ablaya okutalım "geçmiş mi son kullanma tarihi" diyor kadın. Elimize alıp okuyoruz bir şeyler, yanımızda deniz. Kıvırcık saçlı kız tamam diyor ama çok üzgün."Keşke inince jelibon alsam" diye bir cümle geçiyor aklımdan ama bir daha hiç görmüyorum o küçük kızı ve anneannesi ya da babaannesini.
Kadıköy'e geldik. Üç kişi sahilde oturduk., üşüdük, oturduk, üşüdüm, oturduk, üşüdüm. ayrıldık. Ben "karşıda" kaldım o Avrupa yakasında. O gece ben uykularda hep yakın akraba yataklarında tertemiz çarşaflarda. Ama diğer evde kıyamet kopuyor, O kıyametten sonra ben onu ne zaman arasam yanımda buluyorum. Bir gece sokulup "ben neredeyim, -evindesin" gibi bir konuşma geçiyor, insan sarılınca dünyayı unutuyor. "şarkılar bir renktir çoğu zaman, ben bir ressamım o zaman".
Sabah...
İnsan çatıdaki martıları görünce gülmekten kendini alamıyor. ah o şaşkın martılar. bir gelip bir giden martılar...
"sıkıştırılmış bir tuğla gibi artık ayıramazsın birbirinden"
Zaman geçiyor. Keşke o zaman geçmese. Keşke onlar olmasa.
"Şarkılar bir şiirdir çoğu zaman."
Ben artık şair değilim.
İstanbul yerli yerinde, vapurlar yerli yerinde, vapurdaki deniz, denizdeki rüzgâr ve dalgalar yerli yerinde. Filmler yerli yerinde, şarkılar,konserler yerli yerinde. "bu kaçıncı artık hiç yorulan yok"
Ama şehir gidiyor, şehir sana farkettirmeden hiçbir şeyi gidiyor.
"gerçeklerde düş var, düşler gerçeklerde."
O kadar zaman geçtikten sonra şarkıların renklerinin de bir önemi kalmıyor.
İnsan hiçsizliğe bir çare bulamıyor.
"Şarkılar bir oyundur çoğu zaman"
Oyun bitti, şiir bitti, resim bitti.
İnsan sadece ikindi vakti bir ağacın gölgesine yaslanmak istiyor.
Anadolu yakasından gelip Eminönü'nde buluşalım diye anlaşmışız. Ama farklı yerlerde bekliyormuşuz. Ben ki hiç bilmiyormuşum kaç liman, kaç durak var. Kulağımda Ortaçgil/Şarkılarım Senindir çalıyor. Uzun bir süre anlaşamıyoruz, "limanda değil misin," " evet ben burdayım sen nerdesin" şeklinde geçiyor konuşmalar. "şarkılarım senindir" kısmında görüyorum onu. Sarılıyoruz. Yanında okuldan arkadaşı var. Kötü ve bir süre onlarda kalmak için İstanbul'da ve hep bizimle. İş görüşmesinden çıkmışım, ayağımda topuklularla yürüyorum. Elimden tutuyor, "çiçeğe benziyor ebruli" , sarılıyoruz sanırım, umutmuşum, insan unutmaya çalışınca beyni garip bir hızla çalışıyor, hoş bazı şeyleri 60 yaşına gelince dahi unutmayacak sanırım orası ayrı. Bilmiyorum ki neleri süzüp neleri bırakıyor. Bilmiyorum. "özenle seçilmiş sözcükler."
Kadıköy'e geldik. Üç kişi sahilde oturduk., üşüdük, oturduk, üşüdüm, oturduk, üşüdüm. ayrıldık. Ben "karşıda" kaldım o Avrupa yakasında. O gece ben uykularda hep yakın akraba yataklarında tertemiz çarşaflarda. Ama diğer evde kıyamet kopuyor, O kıyametten sonra ben onu ne zaman arasam yanımda buluyorum. Bir gece sokulup "ben neredeyim, -evindesin" gibi bir konuşma geçiyor, insan sarılınca dünyayı unutuyor. "şarkılar bir renktir çoğu zaman, ben bir ressamım o zaman".
Sabah...
İnsan çatıdaki martıları görünce gülmekten kendini alamıyor. ah o şaşkın martılar. bir gelip bir giden martılar...
"sıkıştırılmış bir tuğla gibi artık ayıramazsın birbirinden"
Zaman geçiyor. Keşke o zaman geçmese. Keşke onlar olmasa.
"Şarkılar bir şiirdir çoğu zaman."
Ben artık şair değilim.
İstanbul yerli yerinde, vapurlar yerli yerinde, vapurdaki deniz, denizdeki rüzgâr ve dalgalar yerli yerinde. Filmler yerli yerinde, şarkılar,konserler yerli yerinde. "bu kaçıncı artık hiç yorulan yok"
Ama şehir gidiyor, şehir sana farkettirmeden hiçbir şeyi gidiyor.
"gerçeklerde düş var, düşler gerçeklerde."
O kadar zaman geçtikten sonra şarkıların renklerinin de bir önemi kalmıyor.
İnsan hiçsizliğe bir çare bulamıyor.
"Şarkılar bir oyundur çoğu zaman"
Oyun bitti, şiir bitti, resim bitti.
İnsan sadece ikindi vakti bir ağacın gölgesine yaslanmak istiyor.
28 Kasım 2014 Cuma
Flunk- Cigarette Burns
Tren raylarını hep sevdim.
Tanrım, dün gece, uyumadan önceki tüm martı sesleri için teşekkür ederim. Sabah uyanırken de olur dimi?
11 Kasım 2014 Salı
Taş
Beyaz mendilde kara düğüm
Uykudan iyisi yok alın ellerinizi
Tutmuşum tutmamışım
Sevmişim sevmemişim
Şu yaşama şu ölüm
Beyaz mendilde kara düğüm.
Gülten Akın
Baş edilebilen acıları tercih ederim, o yüzden yeni acılara yer açmaktansa eski acılar yeğdir.
Bu da büyümesine yol açar belki ama hiç bölünmemiş bir acınız olur.
Baş edebildiğin acı iyidir.
Tanıdık, eski acılar eski dost gibi yarı yolsa bırakmaz, seni şaşırtmaz.
Benim baş edebildiğim bir tek acım var , ona gidiyorum.
Ah bir de; keşke öpmeseydin omzumdan.
Sahi için için çürümek neydi?
Ağrıya ağrıya nara dönüştüğünde
Açtılar içinden sözler çıktı
Gülten Akın
20 Mayıs 2014 Salı
Adamlar, kadınlar, şehirler.
"Gömdüm hepsini, geliyorum
Bütün ölülerimi gömdüm,geliyorum." Edip Cansever
Ne zaman hazırdır bir şehir gitmek için bilmiyorum.
Şehir seni gerçekten bıraktığı zaman mı, içindeki ölüler çoğaldığı zaman mı ?
İnsan döne döne kendinden sıkılıyor, hoş insan zaten hep kendi etrafında dönüyor.
Kadın, kolyesiyle oynuyor masada.
Adam, çorbayı içiyor, görseniz nasıl neşeli.
Kadın soğutuyor çorbasını.
Hiç bir şey yakışmıyor masaya; bir akşamüstü güneşinin vuruşu kadar pencereden,
Kadının ellerinde ışıltılar beliriyor, saçlarına gölgeler birikiyor.
Adam saçlarındaki gölgeleri seviyor.
Gölgeler hep kadınlara yakışıyor.
İnsan içinde en çok "söyleyememeyi" büyütüyor
Zaten şehirler, evler, sokaklar hep gitmek için duruyor.
Sokağın köşesi gitmeler biriktiriyor.
Köşeler hep gitmeye alışıyor.
Alışmak ufalana ufalana avucunda kalıyor kadının.
Kadın da adam da gitmeye duruyor.
Gidememenin rengini adamlar mı kadınlar mı şehirler mi belirliyor?
25 Ağustos 2013 Pazar
Karaköy
"Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
Bir de başını çeviriyorsun ki
Yanında ben varım " Can Yücel
"Signomi"yi dinliyorum. Vapur henüz kalkmadı. Kadıköy İskelesi'ndeyiz. On yaşlarında bir çocuk oturuyor babası ile karşıma. Şarkıyı yarılıyorum vapur hareket ederken. Eylül yaklaşırken Haydarpaşa ne kadar da güzel. Tam burada denizin, Boğaz'ın üzerindeyken sanki her şey mümkün,her şey güzel, her şey mavi, her şey bulut gibi. Karabataklar çoğalıyor ayrılırken. Denize gömüyor başını bir tanesi. Pazar günü bu kadar maviyi ve yeşili gözlerime iyi ki biriktirdim diyorum. Bu rüzgâr hep böyle esse, bu deniz hep böyle köpürse ya yanı başımda.
Bülent Ortaçgil, Ayrıntılar'a başlıyor.
Şimdi bir de çay olsa diye geçiriyorum içimden. Çay kaşığını çıkarıp tabağa koyup şekerlerimi sana veriyorum. İki tane kesme şekeri.
Klarnet çalan bir genç çıkıyor yukarıya, yanımıza. Şapkasını uzatıyor yanındaki ufaklık, bitince şarkı. Böyle asılı kalsak zamanda. Tam burada. Bir/bu an ne kadar sürer?
Saçımı alıp kulağımın arkasına götürüyorum gülümserken. Bana bakıyorsun. Böyle bir kaç gün, bir kaç yıl kalıyoruz.Başımı omzuna yaslamıyorum. Dokunmuyorum. Kımıldasam gidecek tüm renkler biliyorum. Sen "gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili" demiyorsun.
Karaköy'e yaklaşıyoruz, deniz'in dalgası artıyor, rüzgâr hızlanıyor...
Orada, öylece denizin üstünde ne kadar zaman kaldım, kaldık hiç bilmiyorum. Buluşmadığımız, konuşmadığımız akşamlar, yan yana olmadığımız sabahlar, hiç olmayan susmalarımız geçip gidiyor yanımızdan.
Sessizce kalkıp yanımdan gidiyorsun. Ben çantamı, kulaklığımı, kitabımı, saçlarımı, gözlerimi toparlayıp iniyorum vapurdan. Çocuk babasına heyecanla bir şeyler anlatıyor arkamdan gelirken. Sahilden, kıyıdan kıyıdan akşamüstünün tadını çıkara çıkara yürüyorum.
Yürüyorum,
Yürüyorum.
Yürümek iyi geliyor biliyorum.
Etiketler:
can yücel,
deniz gökyüzü,
gitmek,
hayat,
istanbul,
mavi,
pazar şarkıları,
sevmek
11 Nisan 2013 Perşembe
Karahinbiba
"Başlangıçta ikisi de çok neşeliydi. Garın pastanesinde çay ve
poğaça ile kahvaltı etmişler ve birbirlerini ne çok özlediklerini söylemişlerdi
boyuna; aralarındaki "şeyi" söze dökmenin henüz başka bir yolu yoktu.
Böyledir bu işler, insanların birbirleriyle ilişkileri! Bir sözlük oluşturursun
ve konuşurken o sözlüğe bakarak konuşursun. "Sana fena halde aşığım
Çağla!" Eveet, şimdi bakalım bunu nasıl söyleyebiliriz... İşte burada:
"Benim için değerlisin Çağla."
Herkes Herkesle Dostmuş Gibi /
Barış Bıçakçı
-Daha ne
kadar kitaplarla yaşayacağız?
- Bilmiyorum,
sanırım ölene kadar.
Yazan bilir mi dokunduğu hayatların
o kitaplardan bu kadar etkilendiğini? Yazar bile değişir de sonunda, bilmez ki
okuyan hâlâ orada, o cümlelerin içinde ve yaşamakta.
Bir çay içimi kadar mı sürer hikâyenin aslı?
Yaşanılanları bir yerlere koymak gerekmiyor, asılı tutsan
olmuyor, uçup gitsin istiyorsun, şu karahindiba çiçeği gibi, üfle ve gitsin.
Bahar gelsin artık üfleyelim gitsin, geçsin, bitsin…
Biri de çıksın desin ki : “Kapat gözlerini balığım üzülme
sen. Bir gün elbet kurtulacağız cam çeperlerden”
Yazının şarkısı: Serdar Keskin- Kaçış
5 Şubat 2013 Salı
Kendime Not
Biriktirme.
İlla biriktireceksen sabahları biriktir, sakin, gürültülü caddeleri biriktir.
Sokakları biriktir.
Sokak kedilerinin mahmurluğunu biriktir.
Uyanır uyanmaz diline takılan şarkının sözlerini biriktir.
Rüzgârın yüzüne vuran aceleciliğini biriktir.
Aldığın simidin kokusunu biriktir.
Yürürken gözlerine, sokaklardan anlık fotoğraf karelerini biriktir.
Olmadık zamanda bulutlanmış gözler biriktir.
Ama işte; söylemediklerini biriktirme...
İlla biriktireceksen sabahları biriktir, sakin, gürültülü caddeleri biriktir.
Sokakları biriktir.
Sokak kedilerinin mahmurluğunu biriktir.
Uyanır uyanmaz diline takılan şarkının sözlerini biriktir.
Rüzgârın yüzüne vuran aceleciliğini biriktir.
Aldığın simidin kokusunu biriktir.
Yürürken gözlerine, sokaklardan anlık fotoğraf karelerini biriktir.
Olmadık zamanda bulutlanmış gözler biriktir.
Ama işte; söylemediklerini biriktirme...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)