Hoş geldin! Kesilmiş bir kol gibi omuz başımızdaydı boşluğun... Hoş geldin! Ayrılık uzun sürdü. Özledik. Gözledik... Hoş geldin! Biz bıraktığın gibiyiz. Ustalaştık biraz daha taşı kırmakta, dostu düşmandan ayırmakta... Hoş geldin. Yerin hazır. Hoş geldin. Dinleyip diyecek çok. Fakat uzun söze vaktimiz yok. YÜRÜYELİM...
söz konusu şahıs birgün birini görür bir davette vurulur kadın nasıl güzel ama uzun kirpik ince kaş bal dudak neyse kişi ayarlar bu hatunu gece yatarlar sabah bir kalkar ki yatakta cadolozun teki der sen kimsin o da tanıyamadın mı ben x kişiyim der adam; hani ince kaşlar boyaydı der hani uzun kirpik ? takmaydı der hani sarı saçların onlarda peruk masanın üstünde der v.s adam kaçar gider
Benim bir arkadaşım vardır... Aşk için yaratılmıştır kendisi... 30 yaşındadır... 90 defa âşık olmuştur... Aşkları boy boy, cins cinstir... Lahuti, ilahi, Eflatuni, karasevdavi, cismani, hayvani, ila... Benim arkadaş yakışıklıdır, cerbezelidir, sportmendir ve kuş beyinlidir... Yani, asrımızda, âşık tipinin bütün vasıflarını haizdir... Benim arkadaşıma mukavemet kabil değildir. Tavsiye ederim, ne zevcenizi, ne kızınızı, ne hemşirenizi, ne valdenizi, hatta ne de büyük valdenizi, hatta evdeki Arap bacıyı bile ona takdim etmeyiniz. Benim arkadaşın başından, aşk maceraları dolayısıyla, birçok felaketler geçmiştir... Dört defa dayak yemiş, iki defa posta olmuş, beş altı defa para soyuntusuna getirilmiştir. Fakat geçen senenin yazında başından geçen felaketin bir benzerine daha tesadüf etmek mümkün değildir... Geçen sene mehtaplı bir yaz gecesinde Büyükada'da Prensesler bir ziyafet vermişlerdi. Bu ziyafette bizim arkadaş da ispat-ı vücut etmişti... Mehtap, kadınları bir kat daha güzel gösterir... Malum, değil mi? İşte bu malum olan şey, benim arkadaşı Nadiye Hanıma fena halde âşık edivermiş... Nadiye Hanımın ince kalem gibi kaşları, gür, uzun kıvrık kirpikleri varmış... Ağzı kiraz gibiymiş... Saçları altın sarısı, lüle lüle... Derhal ahbap olmuşlar... Bir gece içinde dostluk lüzumundan fazla ilerlemiş... İnce kalem gibi kaşların, kıvrık uzun kirpiklerin, kiraz gibi dudakların ve lüle lüle saçların karşısında, benimki çileden çıkmış. Ve ne olmuşsa olmuş, gecenin sonunu bir otelde Nadiye Hanımla geçirmeye karar vermiş... Karar tatbik edilmiş... Otele gidilmiş...
* * *
Sabahleyin güneş pencerelerden içeri girerken benim arkadaş uyanmış... Yanında mışıl mışıl uyuyan sevgilisine gündüz gözüyle bir kere daha doya doya bakmak için eğilmiş, fakat!.. Fakat!.. O ne? Yatakta Nadiye Hanım değil, hiç tanımadığı başka bir kadın yatıyor... Hem de ne kadın! Kaşları yok, kirpikleri yok, dudakları yok ve saçları dümdüz, simsiyah... Çıldırmak işten değil... Nadiye Hanım nerede? Acaba gece uyuduktan sonra, yavaşça yataktan sıyrılıp kendi yerine bu mendebur kadını mı bırakmış?.. Benim arkadaş fena halde kızmış... Nasıl kızmasın! Uyuyan kadını dürtükleyerek kaldırmış ve hiddetle sormuş : -- Siz kimsiniz? Nadiye Hanım nerede?.. Uyku sersemi olan kadın hayretle : -- Asıl sen kimsin? demiş... Ben Nadiye'yim... Beni tanımadınız mı? Yoksa çıldırdınız mı? Benim arkadaş hakikaten çıldırmış : -- Siz Nadiye Hanımsanız, o ince kalem gibi kaşlarınız nerede? demiş. Nadiye Hanım gülerek : -- Kaşlarım mı? Nerede olacak, boya kutumun içinde... diye cevap vermiş... -- Ya kirpikleriniz?... -- Kirpiklerim mi? Takma kirpiklerim yatağa düşmüş olacak... Yenisini getirtirim Avrupa'dan... -- Sarı, lüle lüle saçlarınız? -- Sarı perukam mı? Masanın üstünde... Tabii benim arkadaş, "Kiraz gibi dudaklarınız nerede?" diye sormamış artık... Yıldırım gibi giyinerek otelden ayrılmış... Otel parasını bile vermemiş... Siz olsanız, verir miydiniz?.. [Ben/ Yeni Gün gazetesi, 23.3.1931]
10 yorum:
dumandan sevemedim ben bu günü şarkısını beklerdim başlığı okuyunca:)şiir hoş olmuş ama,tebrikler
nazım hikmetin bir hikayesini hatırlattı bu şiir bana
ben de hatırlamak isterim ...
Hoş geldin!
Kesilmiş bir kol gibi
omuz başımızdaydı boşluğun...
Hoş geldin!
Ayrılık uzun sürdü.
Özledik.
Gözledik...
Hoş geldin!
Biz
bıraktığın gibiyiz.
Ustalaştık biraz daha
taşı kırmakta,
dostu düşmandan ayırmakta...
Hoş geldin.
Yerin hazır.
Hoş geldin.
Dinleyip diyecek çok.
Fakat uzun söze vaktimiz yok.
YÜRÜYELİM...
Nazım Hikmet
söz konusu şahıs birgün birini görür bir davette vurulur
kadın nasıl güzel ama
uzun kirpik
ince kaş
bal dudak
neyse kişi ayarlar bu hatunu
gece yatarlar
sabah bir kalkar ki yatakta cadolozun teki
der sen kimsin
o da tanıyamadın mı ben x kişiyim der
adam; hani ince kaşlar
boyaydı der
hani uzun kirpik ?
takmaydı der
hani sarı saçların
onlarda peruk masanın üstünde der v.s
adam kaçar gider
nasıl özetledim ama (:
haha..:)
buna benzer var bi kaç tane hikaye özü aynı :)
teşekkürler süper özetledin:)
Bir Aşk Hikâyesi
Benim bir arkadaşım vardır... Aşk için yaratılmıştır kendisi... 30 yaşındadır... 90 defa âşık olmuştur... Aşkları boy boy, cins cinstir... Lahuti, ilahi, Eflatuni, karasevdavi, cismani, hayvani, ila...
Benim arkadaş yakışıklıdır, cerbezelidir, sportmendir ve kuş beyinlidir... Yani, asrımızda, âşık tipinin bütün vasıflarını haizdir...
Benim arkadaşıma mukavemet kabil değildir. Tavsiye ederim, ne zevcenizi, ne kızınızı, ne hemşirenizi, ne valdenizi, hatta ne de büyük valdenizi, hatta evdeki Arap bacıyı bile ona takdim etmeyiniz.
Benim arkadaşın başından, aşk maceraları dolayısıyla, birçok felaketler geçmiştir... Dört defa dayak yemiş, iki defa posta olmuş, beş altı defa para soyuntusuna getirilmiştir. Fakat geçen senenin yazında başından geçen felaketin bir benzerine daha tesadüf etmek mümkün değildir...
Geçen sene mehtaplı bir yaz gecesinde Büyükada'da Prensesler bir ziyafet vermişlerdi. Bu ziyafette bizim arkadaş da ispat-ı vücut etmişti...
Mehtap, kadınları bir kat daha güzel gösterir... Malum, değil mi? İşte bu malum olan şey, benim arkadaşı Nadiye Hanıma fena halde âşık edivermiş... Nadiye Hanımın ince kalem gibi kaşları, gür, uzun kıvrık kirpikleri varmış... Ağzı kiraz gibiymiş... Saçları altın sarısı, lüle lüle...
Derhal ahbap olmuşlar... Bir gece içinde dostluk lüzumundan fazla ilerlemiş... İnce kalem gibi kaşların, kıvrık uzun kirpiklerin, kiraz gibi dudakların ve lüle lüle saçların karşısında, benimki çileden çıkmış. Ve ne olmuşsa olmuş, gecenin sonunu bir otelde Nadiye Hanımla geçirmeye karar vermiş...
Karar tatbik edilmiş... Otele gidilmiş...
* * *
Sabahleyin güneş pencerelerden içeri girerken benim arkadaş uyanmış... Yanında mışıl mışıl uyuyan sevgilisine gündüz gözüyle bir kere daha doya doya bakmak için eğilmiş, fakat!.. Fakat!.. O ne? Yatakta Nadiye Hanım değil, hiç tanımadığı başka bir kadın yatıyor... Hem de ne kadın!
Kaşları yok, kirpikleri yok, dudakları yok ve saçları dümdüz, simsiyah...
Çıldırmak işten değil...
Nadiye Hanım nerede? Acaba gece uyuduktan sonra, yavaşça yataktan sıyrılıp kendi yerine bu mendebur kadını mı bırakmış?..
Benim arkadaş fena halde kızmış... Nasıl kızmasın! Uyuyan kadını dürtükleyerek kaldırmış ve hiddetle sormuş :
-- Siz kimsiniz? Nadiye Hanım nerede?..
Uyku sersemi olan kadın hayretle :
-- Asıl sen kimsin? demiş... Ben Nadiye'yim... Beni tanımadınız mı? Yoksa çıldırdınız mı?
Benim arkadaş hakikaten çıldırmış :
-- Siz Nadiye Hanımsanız, o ince kalem gibi kaşlarınız nerede? demiş.
Nadiye Hanım gülerek :
-- Kaşlarım mı? Nerede olacak, boya kutumun içinde... diye cevap vermiş...
-- Ya kirpikleriniz?...
-- Kirpiklerim mi? Takma kirpiklerim yatağa düşmüş olacak... Yenisini getirtirim Avrupa'dan...
-- Sarı, lüle lüle saçlarınız?
-- Sarı perukam mı? Masanın üstünde...
Tabii benim arkadaş, "Kiraz gibi dudaklarınız nerede?" diye sormamış artık... Yıldırım gibi giyinerek otelden ayrılmış... Otel parasını bile vermemiş... Siz olsanız, verir miydiniz?..
[Ben/ Yeni Gün gazetesi, 23.3.1931]
he işte o
saklanacak bu kadar çok şeyi olanı bırakmak lazım, saklasın diye. Nasılsa zarar verecek her şekilde
aynen öyle bir yerlerden...
Yorum Gönder