22 Şubat 2009 Pazar

kemanın kalbi...






gökkuşağının altından geçmeye çalışmıyorum artık... renklerim içimde saklı ve parıldıyor ben ışık tuttuğum sürece.. ama neden çoğu zaman ağlayan keman sesi kadar buruk bir renk var gözlerimde bilmiyorum...

peki.. gözyaşı ne renk olur??

1 Şubat 2009 Pazar

ruha iz bırakanlar...


uzun zaman olmuş mimleneli ama ben yeni farkediyorum ...
iş başa düştü.. aslında o kadar çok var ki cidden ama en aklımı okuyanı, içime işleyenlerden birini seçiyorum...

sanırım eskişehire gidişimin 2. yılıydı.. birinci sınıftaydım... o zamanlar sürekli birlikte olduğum,yanında mutlu olduğum çok sevdiğim bi arkadaşım vardı yanımda... "al bunu okumalısın" dedi gülümseyerek tavsiye üzerine ; elif şafak "bit palas" " elif şafak okumaya önce bundan başlamalıısn" demişti ve eklemişti "şu an hiç okumamış gibi bitpalası ilk defa okumak isterdim" demişti aynı heyecanla... hala aklımda bu cümle...


aldım kitabı okudum okudum... harikaydı.. ardından diğer kitaplarını okudum.. ve belki çok basit gelicek ama sürekli kendimdem birşeyler buldum...tılsımlı büyülü bi dünyanın kelimelerin ardına bakabilmişitm onunla...

mahremde;

insanlarda yuvarlak, hayvanların çoğunda ise dikine elips biçiminde olan gözbebeğinin çapı, irise gelen ışığın miktarına göre değişir. Karanlık ve uzaklık büyütür gözbebeğini; aydınlık ve yakınlık küçültür. Yani bu kararsız çember, ışık varsa küçülür, ışık yoksa büyür. Yakına bakarken de küçüldüğüne göre, yakın olan aydınlıktır, aydınlıktadır. Uzağın payına karanlık düşer. Zaten karanlığı kimse yakınında görmek istemez.Âşık olunca da büyür gözbebeği; demek ki âşık olunan hep uzaktadır. Aradaki mesafenin verdiği acıyı azaltmak için, maşuka 'gözbebeğim!' diye hitap edilir.

aşık oldum büyüdü gözbebeklerim... gözümde çok büyüttüm ... ve hep uzağa gitti aşklarım...

pinhanda:

Döndü halka/ döndü olanca hızıyla/ toprak ki siyah bir halka idi/ ve geceye saklanırdı bazen/ tuttu su ile karıştı/ su ki sarı bir halka idi/ rengiyle dalaşırdı bazen/ tuttu toprağı kucakladı/ eğildim suya baktım/ suda kendimi gördüm/ kendimi sen sandım/ sarılmak için atıldım/ köprüye hıncım yalan imiş/ onu yıkarken suya karışan/ ben oldum
Bir de baktım ki/ ben ben değilim artık/ sûretim başka bir sûret/ ismim bir başkasının ismi/ gönlüm ne yöne akar/ ben ne yöne/ verdiğin emaneti yitirdim yollarda/ hata ettim/ kusur ettim/ affola...

kendi arayışlarıma girdiğimde daha da bir ben gözüyle baktım aynalara.. büyüdüğüm anlar zamanlar bu romana denk gelir...hatalarımı gördüm.. yanılsamlarımı..yanlılşarımı .. doğrularımı.. okudum sorguladım....

bitpalasta :

"Ama çöp zannettiğimiz kadar kötü bir şey değil. Çünkü ben steril hayatların çok tehlikeli olduğunu faşizme açılan kapı olduğunu düşünüyorum. Yani bir sürü insanı ayıklayan steril zihniyetlerin ve bunu pompalayan yaşam anlayışının sorgulanması gerektiğini düşünüyorum. Onun için yapılması gereken şey birinci olarak hem okuru hem kendimi içerideki pislikle yüzleştirmek. İkinci olarak da pisliğin zannettiğimiz kadar pis bir şey olmayabileceğine dair bir soru işareti atmak."

"her jeolojik devir bir hayvan grubu ile simgelenmiştir. yaşadığımız devir de böcek devridir ve böcekler diğer hayvan gruplarına göre belirli olarak üstünlük sağlamışlardır." prof. dr. ali demirsoy

dedi ve hayatın organize edilmiş bir suç ortaklığı olan yanlarını gördüm.Paket yapılmış ambalajlı hayatlar...

ve arafta

Kim gerçek yabancı - bir ülkede yaşayıp başka bir yere ait olduğunu bilen mi, yoksa kendi ülkesinde yabancı hayatı sürüp, ait olacak başka bir yeri de olmayan mı?

İsimlerin yabancı memleketlere ayak uydurma sürecinde muhakkak bir şeyler eksilir - bazen bir nokta, bazen bir harf ya da vurgu. Yabancının isminin başına gelenler pişmiş tavuğun olmasa da pişmiş ıspanağın başına gelenlere benzer - ana malzemeye yeni bir tat eklenmesine eklenmiştir de kalıpta gözle görülür bir çekme olmuştur bu arada. Yabancı işte ilk bu fireyi vermeyi öğrenir. Yabancı bir ülkede yaşamının birinci icabı insanın en aşina olduğu şeye, ismine yabancılaşmasıdır.


dedi ve kendimin olmamış ham halini burada gördüm med-cezirli gidip gelmelerimi.. emin olmayışlarımı-ikilemlerimi-kitabın sonundaki kız intihar ettğinde üzüldüm.. hem de çok... ama kızamadım neden bilmiyorum...yakın mı hissettim onu hiç bilmiyorum...
karekterlerle okuyucuyu bütünleştirmesini sevdim... arafta oluş halini sevdim ki hala seviyorum... ondaki o küçük birbirinden farklı yüzlerce kadını sevdim... ben gibiydi...

"inandım,itaat ettim.." e.ş.

uçan balon olmak....


bi üflesem uçuşsan havada..

bir ömre bir hayatı bile sığdıramıyoruz....

mavi bir zaman diliyorum...deniz ve yosun kokusu..
kenarda bi park, parkta çocuk çığlıkları, salıncaklar...
kumdan kaleler...bi telaş.. bi heyecan..nedense...(?)

ayın son günü olmak isterdim ya da yılın ilk karı, gitarın üçüncü teli sonra pembe parmak arası terlik, kırmızı ojeler,yeşil şal, çocuksu bi hal üstümde, kitabımın arasındaki ayraç,ayraçta bi not...hızlı adımlar.. gece bar çıkışı.. baileys tadı ve kokusu...yumuşak yastığa varış... mutluluk.. özlüyorum seni...

şimdi bırakıyorum uçan balonu elimden.. bak uçtu gitti..

is last day:(

beklemiyorum artık...bekleyemiyorum..
eski bir türkü geriye kalan.... hayat hep sevdikleriyle sınıyor insanı..
insanın canını hep en çok sevdikleri yakarmış... düşünmeden söylenmiş bi cümle..bazen öyle anlar yaşatıyor ki insana...
yenilmek....başaramamak..??hatayı hep hayata yüklemek... başına gelen şeylere?? bahaneler bulmak mı??korkaklık mı?? cesaretsizlik mi?
iyi geçinemiyorum ömrümle...iyi bakamıyorum galiba ona.. ne yapsam her şey yarım yamalak..eksik.. doyumsuz...

senin hayatın orası olmuş artık... ben hala neyi kabullenemiyorum...çırpınıp duruyorum...boş.. ne kendi hayatımı düzene sokabiliyorum.. ne sana olan ümidimi..
sen üzülüyosun oradan geleceğin için.. belki hiç gelmeyeceksin.. yarım yarım görüşeceğiz yılın belirli az zamanlarında...

ama ben neden o cümleyi okuyunca bu kadar üzüldüm??...
neden ağladım inan bilmiyorum....

" is last day:( "

sen mutlyusan ben de mutluyum ..