1 Mart 2015 Pazar

   
    Şubat 2015,  11 tane kitap okumuş, 4 tane film izlemişim.
4 defa vapura binmişim.  haftanın beş günü ofisin penceresinde martılara ekmek vermiş, bir kaç defa denizi izlemişim. En çok Olafur Arnalds dinlemiş, bıkmamışım.  Cemil Kavukçu'nun kelimeleri ile bu ay tanışmışım okurken birkaç defa gözlerim dolmuş. Çok iyi bir yazar mı bilmem ama beni çocukluğuma çokça ve anılara gidip gidip getirmiş. Soğuktan yine nefret etmiş, içimden milyon kez "bahar gelsin artık" diye geçirmişim.

      Ressam Cézanne'nin "Ağaçların kokusunu resmedebilmek gerek" sözünü bu ay öğrenmiş hak vermişim.

   Hayatımda hep olsun dediğim insandan vazgeçmiş, üzülmüşüm.  Belki o benden vazgeçti, bilemiyorum. İnsan ilişkileri zor, çok zor. 


 Şubatın son günüydü dün, menekşemi aldım karşıma, cidden konuştum, öptüm yapraklarını. "Ne olur küsme solma , çiçek aç" dedim. Dinler mi bilmiyorum. Umarım.


Yazının şarkıları:Ólafur Arnalds - Undan Hulu

In the Mood for Love - Angkor Wat Finale

18 Şubat 2015 Çarşamba

Kar/Fesleğen


Zeze Eleni Spyros Gece*, karı izliyor pencereden. "Doğduğun yıl çok kış olmuştu, çok kar yağmıştı"  böyle anlatacağım ona geldiği zamandan bahsederken ileride. Yani o ve ben ikimiz de yan yana ve birlikte ve hayatta kalırsak. Ardından "kar neden var kaaaar*" diye de eklerim belki. Birlikte güleriz sonra, olamaz mı olabilir.


Şubat. Pencereden karın yağışı izlemek neye dair. hem kar böyle Kış Uykusu'ndaki gibi yağarken? İnce ince, sakin, tanelere müzik karışmış her taneyi bir nota indirir gibi yere.

"Kar neden yağar kaar"



Fesleğene avucumu sürüp avucumu kokladığım onca zaman geçirdim. Fesleğenin kokusu zamanlar zamanlar boyunca  elimde kaldı.

Ama insan kokuları da sevmeyebiliyor artık, fesleğen fesleğen olduğu için, ya da fesleğen kokusu olduğu için değil, eline yapışan koku bitip fesleğenin kokusu gittiği için. 









Yazının Şarkısı: Gnossienne 1 Erik Satie / Erkan Ogur (Guitar and Piano)



*kedinin adı

* Hasan Ali Toptaş- Gölgesizler

16 Şubat 2015 Pazartesi

Şarkılar bir oyundur ya da siyah

İstanbul'da tam yaz sonu/ sonbahar başlangıçları. 2011. İstanbul'a ilk geldiğim zamanlar.
Anadolu yakasından gelip Eminönü'nde buluşalım diye anlaşmışız. Ama farklı yerlerde bekliyormuşuz. Ben ki hiç bilmiyormuşum kaç liman, kaç durak var.  Kulağımda  Ortaçgil/Şarkılarım Senindir çalıyor. Uzun bir süre anlaşamıyoruz, "limanda değil misin," " evet ben burdayım sen nerdesin" şeklinde geçiyor konuşmalar. "şarkılarım senindir" kısmında görüyorum onu. Sarılıyoruz. Yanında okuldan arkadaşı var. Kötü ve bir süre onlarda kalmak için İstanbul'da ve hep bizimle. İş görüşmesinden çıkmışım, ayağımda topuklularla yürüyorum. Elimden tutuyor, "çiçeğe benziyor ebruli" , sarılıyoruz sanırım, umutmuşum, insan unutmaya çalışınca beyni garip bir hızla çalışıyor, hoş bazı şeyleri  60 yaşına gelince dahi unutmayacak sanırım orası ayrı. Bilmiyorum ki neleri süzüp neleri bırakıyor. Bilmiyorum. "özenle seçilmiş sözcükler."

Vapura binmeyi hep sevdim, yine birlikte üç kişi vapura biniyoruz. Karşımıza torunuyla bir çift var. Elinde balık kraker var küçük kızın sanırım 5/6 yaşlarında. -Bak istersen abiyle ablaya okutalım "geçmiş mi son kullanma tarihi" diyor kadın. Elimize alıp okuyoruz bir şeyler, yanımızda deniz. Kıvırcık saçlı kız tamam diyor ama çok üzgün."Keşke inince jelibon alsam" diye bir cümle geçiyor aklımdan ama bir daha hiç görmüyorum o küçük kızı ve anneannesi ya da babaannesini.
Kadıköy'e geldik. Üç kişi sahilde oturduk., üşüdük, oturduk, üşüdüm, oturduk, üşüdüm. ayrıldık. Ben "karşıda" kaldım o Avrupa yakasında. O gece ben uykularda hep yakın akraba yataklarında tertemiz çarşaflarda. Ama diğer evde kıyamet kopuyor, O kıyametten sonra ben onu ne zaman arasam yanımda buluyorum. Bir gece sokulup "ben neredeyim, -evindesin" gibi bir konuşma geçiyor, insan sarılınca dünyayı unutuyor.  "şarkılar bir renktir çoğu zaman, ben bir ressamım o zaman".
Sabah...
 İnsan çatıdaki martıları görünce gülmekten kendini alamıyor. ah o şaşkın martılar. bir gelip bir giden martılar...
"sıkıştırılmış bir tuğla gibi artık ayıramazsın birbirinden"

Zaman geçiyor. Keşke o zaman geçmese. Keşke onlar olmasa.

"Şarkılar bir şiirdir çoğu zaman."
Ben artık şair değilim.

İstanbul yerli yerinde, vapurlar yerli yerinde, vapurdaki deniz, denizdeki rüzgâr ve dalgalar yerli yerinde.  Filmler yerli yerinde, şarkılar,konserler yerli yerinde. "bu kaçıncı artık hiç yorulan yok"
Ama şehir gidiyor, şehir sana farkettirmeden hiçbir şeyi gidiyor.


"gerçeklerde düş  var, düşler gerçeklerde."

O kadar zaman geçtikten sonra şarkıların renklerinin de bir önemi kalmıyor.
İnsan hiçsizliğe bir çare bulamıyor.


"Şarkılar bir oyundur çoğu zaman"

Oyun bitti, şiir bitti, resim bitti.

İnsan sadece ikindi vakti bir ağacın gölgesine yaslanmak istiyor.