30 Aralık 2010 Perşembe

okumalısın okuyucu son posttur bu!

sana burdan son seslenişim sayın ve sevgili okuyucu!
yazdan beri taşımayı düşünüyordum bloğu ama tembellikten yapamadım.
başka bir adresten akacak biriktirdiğim tüm kelimelerim ve seslerim.

hem gerçek hayatta bir beden yaşıyoruz, bir hayata bir ömür
ne sıkıcı!
ben bunu yaşadım ve başka birini yaşamaya gidiyorum blog olsa da:)

4 yıl geçti burada dolu dolu...en dolu yıllarımdı belki de!
o yüzden silemedim göğe bakma durağımı canımız sıkılırsa ben de dahil olmak üzere açıp yeniden okuyalım diye silemedim.
(hem arada sırda uğrayın bence:)yazmak isterseniz yazmadan geçmeyin)

ben olduğum kadar siz de varsınız çünkü burada... esip geçtiğimiz bir duraktı burası.
şimdiye kadar benimle olduğunuz için, okuduğunuz için, gerçekten yüzümü güldüren yorumlarınız için teşekkür ederim.
samimiyetiniz için teşekkür ederim.
umarım yeni adresimde de yalnız bırakmazsınız.

2010un sonuna denk geldi bu yazı bilerek değil ama belki daha iyi oldu...

yeni adresi burada vermeyeceğim. okumak isteyen ulaşabilir diye düşünüyorum.
neşeli bir post olsun istedim veda havası içermesin neşeli olsun gerçek hayattaki neşem kadar ama elimden bu kadarı geldi:) idare edin artık.

seviyorum sizi...valla:)

bir de son not 2011 senden hiç bir halt beklemiyorum.
beni unut bu yıl bırak...
kim isterse ona  git!

21 Aralık 2010 Salı

ArAlık

ben bu aralık pek bir şey yazmak istemiyorum
aralık kalsın öyle içimdekiler aksın gitsin istiyorum
son aralığım olsun arda kalanlardan
aralık aralık gibi geçsin
ardındaki aralığa bakmadan
geçip gitsin
işte
bana hiç bir şey demeden


aralık bıraktığım son aralık
ol emi...

7 Aralık 2010 Salı

çünkü bu bir düş üşümesi




İçimdeki nedenlere yanıttır Çünkü ile başlayan tüm cümlelerim
çünkü uzun uzun uyumak istiyorum bu günlerde uzun uzun uyuyamasam da
yanımda biri olsa da sorsam gözümü açınca geçti mi? bitti ? emin misin ?
çünkü üşürüm ben bazen birdenbire üşürüm  işte tüm karlar üstümdeymiş gibi üşürüm
uyusam geçer bilirim ama işte uyuyamaz insan... kıvırılır büzülür öylece...
ihtiyarlaşır sanki  yüzüm o zaman...

keşke bu kadar uzun susmasam/k
keşke bu kadar birikmese cümleler/imiz

orda öylece uyusan hep

Çünkü ben en sıcak yerini sana ayırdım içimin
ondandır buzdan hallerim, bu üşüyen ellerim...

30 Kasım 2010 Salı

blog ödülü

http://grikentsakini.blogspot.com/ ve http://bitmeyennsenfoni.blogspot.com/ adlı iki güzel blogtan ödül geldi. biri bayağı oluyor geleli gri kent sakininden ama yazamamıştım... diğeri  de bugün geldi letheden ...
bana bu mutluluğu yaşattıkları için ikisine de  teşekkürlerimi sunuyorum... sizi okumak çok güzel...yazılarınız hiç bitmesin...




blog aleminin bu yönü çok güzel...
ben de son zamanlarda tavsiye ettiği o güzel filmleri ve müzikleriyle her zaman  olmasını istediğim http://umitlivaka.blogspot.com/ bloğuna gönderiyorum.
bir de daha sık yaz diyorum...
özletme...

böyle kadınlar

kuş kadınlar bilir bunu...

bilir hiç bir zaman duramayacağını dursa bir yerlerinin kırılacağını bilir...
kuş kadınlar vardır beyaz elli, etekleri tutuşan baharda...

gözlerinin önünden şehirler geçen o şehirlerde kısa da olsa konaklayıp bir gece sonra gitmek isteyen..
dinlenmeyi hiç düşünmez bu kadınlar yüreklerinde hep kuşlar uçar kuşlar gider bir yerlere başka yüreklere...
aslında  gerçekten dinlenmeye ihtiyacı vardır bu kadınların, ama  korkarlar işte nedendir bilinmez.. dinlense sanki bırakıp gidecek içindekiler korkusuyla...
hala ince uçlu kalemler biriktirirler o beyaz ellerinde... ince ince çizerler hayatı...
kibar olmayı severler..kimse incitmesin  ürkütmesin isterler ellerindeki kuşları bu yüzden kalkan gibi dururlar herşeye karşı...

koşulacak bir şey varsa eğer koşar bu kadınlar, biri üzüldüyse bakıp da geçemez yanından , makyajım bozulur ağlarsam diye düşünmez, doya doya ağlarlar canları çekince, yağmur saçakları altına saklanmaz, kırışır yüzüm diye de üzülmez basar kahkaları içinden geldiğinde, saatlerce muhappet eder isterse, bazen de susar, susar işte...

kimseye yaslanamaz  kuş kadınlar... yaslanınca kaybolup gitmesinden korkar o omuzların, hep gitmiştir çünkü bu yüzden omuzları çökmüştür bu kadınların, kendi omuzları... ama göremezsiniz siz. göremezsiniz işte.

geçip giderse bu kuş kadınlar yanınızdan izin vermeyin belki ihtiyacı vardır size ama söyleyemez...

böyledir...

bilirsiniz işte,
sahi bilir misiniz?

29 Kasım 2010 Pazartesi

küçük bir cinayet

otobüsten 3-5 durak önce inip yürümek...yürürken  damien rice dinlemek...
ve rüzgara karşı direnmek...

bu aşkın yakıştığı en güzel yer tam burası...
sonbaharda rüzgarlı bir akşamüstü zamanı...

boşluğa koymak ellerinle bilmeden
şarkıdaki kadın ve adam
biz miyiz
bu karşılıklı cinayeti işleyen

şimdi bu yanlış zaman dediğimiz yerde doğru bir şey aramaya gücümüz ve inancımız var mı ?  öteki hayatlarımızdan biraz da olsa umut kaldı mı ?
bir doğruda bile kesişemedikten sonra anlamı var mı var olmamızın bu boşlukta?
belki dünya dönerken çemberde yüzerken biz, düşmeye devam ederken bir boşluktan takılıp diğerine düşerken göremiyoruz yap bozumuzun bize uyan ksımlarını...
boşluklar boş kalmaya devam ediyor...
belki bile bile görmezden gelerek
belki de değil...


ps: yazının şarkısı budur: damien rice 9 crimes
It's a small crime
And I've got no excuse

22 Kasım 2010 Pazartesi

nefes/siz

çok sıkıldım başka bir bölüme geçsek, sayfaları atlasak olmaz  mı...
bu ara, bırak okumayı yaşamaya sıkılıyorum hayatımı.

bir tane hayatım varsa buna hakkım olmalı ya olmalı bence yani sayfaları değiştirebilmeliyim kimisini yırtıp atabilmeliyim..ya da yeni baştan yazabilmeliyim  bazı yerlere kıvırıp dönmeli bazısında ayracı unutmalıyım...
ama gerçekten ben mi yazıyorum bu kitabı belki yazdığımı sanıyorum.. yazılan yerleri oynuyorum...

ve bazen benzer sayfalar geliyor sanki önüme. ben bunu okumuştum bu paragrafı  burda şöyle olacak diyorum hatta aptallık yapıp hikayenin sonunun değişeceğini bekliyorum belki aynısı değildir diye... değişmiyor... değişmez... hayat o sevdiğin cümleleri çok nadir karşına çıkartıyor...
sonra
en alışamam dediğim şeylere alışıyorum gündüzleri gülüp geceleri ölmeye yatıyorum...

hiç bir arafım bu kadar cehennem kokmamıştı.
nefes denemeleri yapıyorum yorganın altında daha ne kadar nefesSİZ kalırsam yaşayabilirim sanki sürekli kendi rekorumu kırıyorum  her defasında daha uzun kalabiliyorum...
hala yaşıyorum...

sanki kocaman bir sirk alanı burası, birinin elinde bir poşet var gezdirip duruyor. bana kurradan hep boş çıkıyor.oluk oluk boşluğum... yuvarlanıp gidiyoruz birlikte... alt alta üst üste yanyana... farketmiyor...
insan her şeye alışıyor...

15 Kasım 2010 Pazartesi

bayram gelmiş neyime

ben pek sevmem bayramları
eğer hayatımda ilk gördüğüm; büyük, tahta 4 kişilik salıncaklar yoksa
ayaklarımda gezmenin, dolaşmanın yorgunluğu yoksa
üzerimde annemin diktiği elbisem,
başucumda yeni alınan ayakkabının kokusu yoksa

sevemem bayramları şekerleri yemekten dilim kamaşmıyorsa
öpülen ellerin yakın soğukluğu artık bunaltmışsa
göz göze gelmekten kaçıyorsa herkes birbirinden

zoraki geliyorsa ayaklar ya da gidiyorsa öylesine bir yerlere
sokaklardaki çocuk şenliğine karışmıyorsa sesim....

sevemem...hiç...

ama yine de sizin bayramınız kutlu olsun
sıcak olsun yine de dostlarla olabildiğince...

mutlu bayramlar herkese...

7 Kasım 2010 Pazar

sustum

Susmalı bazen insan en derine iner gibi en derinde ölür gibi susmalı
Toprağın altında kalmış gibi öylesine suskun susmalı işte
Nefesini tutup zamana takılmadan
Susmalı insan
Yeni doğacak kelimelerine gübreler olsun susuşları diye susmalı
Cümleleri kesip geçsin toprağı diye
Susacaksa işte öyle susmalı insan

topal martı




Aslı Erdoğan şöyle demişti bir röportajında : “Hayatın sessizliğinde diye kitabım var. Kitabın başlığını bulamadım. Başlık koymakta çok zorlanıyorum. Bir arkadaş bana ‘’Aslı en çok hangi sözcüğü kullanmışsın, bakalım’’ dedi. Baktık. Hayat çıktı. Sonradan başlığını hayatın sessizliği koyduk.
Demek ki en çok kullandığımız kelime; en çok baş edemediğimiz kelimedir."
Boşuna değil onun karakterlerini sevmem. En çok etiketlediğim kelime olmuş “hayat” blogta baktım da…
Kötü bir gün geçirdim bugün evde de dışarıda da. Dışarıdan geldiğimde yine kutsal mabedime gelmiş gibiydim her ne kadar uzun süredir çok uzun süredir mabet olmaktan çıksa da. En çok bugün üzüldüm dışarı çıkınca, yine en çok bugün içim uzun zamandır kıvranmayan o acı ve yanmayla kıvrandı. Hâlbuki ben sanmıştım ki uyuşmuştum uyumuştum ve geçmişti hepsi. Artık büyümüştüm canım daha az yanmalıydı, daha az izin vermeliydim.
Şimdi cebimdeki üç kuruşla fiyakalı bir şarap alamam alsam da hiç birinin tadını tutmaz biliyorum işte bakma. Anca birkaç pis şişe bira belki.
Biliyorum kötü bir gün geçirdim, ne ilk ne de son biliyorum ki blog kucaklar beni ve yine biliyorum ki bu içinden senin geçtiğin son yazıdır bu.
Şimdi hangi gemiye binsem götürür beni geçerken huzura? Kaç ağlayan çocuk öpsem geçer yaram? Kaç sensiz gün daha kaç yıl daha ve kaç kalabalıkla olsam diner tenhalığım?
Şimdi bu gecenin yarısını çoktan geçmiş zamanda göğe bakıyorum,  geceye dönüp nefes almaya çalışıyorum yüksek bir balkondan ve aşağı bakmamaya direniyorum. Yükseklere bakmak acıtsa da evet seviyorum.
Kimilerine göre Budalılık da olsa ben budala olmayı seviyorum. Pestilleşecek, çiğneyecek bir şey kalmayınca, yok oluncaya kadar seni dibine kadar içmeye, sindirmeye ve bazen püskürtmeye devam ediyorum. Hayat, seni aksak, kusurlu, çatlak, topal yerlerinden öpmeye devam ediyorum. Sen elimi her defasında hep aynı yerde yani en zor yerinde yolun bıraksan da ben arkandan, önünden, yanından gelmeye devam ediyorum. Senle alıp verememeye devam ediyorum.

Çünkü hayat biliyorsun ben seni her halinle seviyorum.



1 Kasım 2010 Pazartesi

bir fotoğrafa

-ve gülümse!  dedi hayat
-çekiyorum...!

gülümsedim...
ama nasıl çıktığımı bir türlü göremedim...
ondandır bu merak bu uğraş
kimsenin eline geçmesin diye o fotoğraf

31 Ekim 2010 Pazar

biliyorum çok kıskancım


Biliyorum çok kıskancım



Göremediğim sahilleri kıskanırım ben
Sonbaharda üzerine basamadığım sarı yaprakları
Moda sahilinde kedilere yemek veren sabah erken kalkan teyzeyi kıskanırım
Orhan Veli dizeleri üzerinde içtiğin o sigaranın tadını
Çengelköy Çınar altında çayına gölgesi düşen çınarı kıskanırım
Binemediğim gemileri kıskanırım
Sabah yetişemediğim vapur günlerini kıskanırım
Güldüğünde gözleri kısılan biriyle içtiğin o nargileyi
Simit atamadığım martılı sabahları kıskanırım
Denize inen yokuşların varsa eğer senin seni de kıskanırım
Okuyamadığım kitapları kıskanırım
Benden çok ayracı olan insanları
Yağmurda dans edenleri
Rakı-balık keyfini Zeki Müren ile taçlandıranları
Ada'da bisiklet turuna çıkanları
Hele Cunda Adası’nda yaşanları çok kıskanırım
Kafasındaki tüm sorulara cevapları bulan insanları
Benden önce söylenmiş güzel sözleri hem sever hem kıskanırım

Henüz altını çizemediğim cümleleri düşündüğümde çizemediklerimi kıskanırım
Yılın ilk yağan karına tanık olamadığım kış gününü kıskanırım
Kiraz mevsimi gitme vaktidir gidemediğim yerleri kıskanırım
İzleyemediğim filmlerin sahnelerini kıskanırım
Sabah kalktığında seni karşılayan iğde kokusunu kıskanırım
 Evini, süs eşyalarını, takılarını kıskanmam ama gittiğin ülkeleri kıskanabilirim
Hatta Paris’te çektiğin fotoğrafları çok kıskanırım…
Yediğin yemeği değil ama ailenle gittiğin akşam yemeğinde edilen sohbeti kıskanırım
Yaptığın resimleri, gittiğin oyunları, abone olduğun dergileri kıskanabilirim
 Bir türlü hazırlamaya vakit bulamadığım alıntılar defterin varsa ki çok pis kıskanırım
Dünyayı benden çok tanıyorsan ve seviyorsan benden çok ki seni yine kıskanırım


Ama dünya bu biliyorum ki her şeye yetişemiyorum…

Ve sen başka kentlerde yaşayıp şu an özlediği şehirde olan kişi
Evet, en çok seni kıskanıyorum…

28 Ekim 2010 Perşembe

yazarak yaşamak

Yazıyorum
Niye yazdığımı bilmeden yazıyorum
Sanırım boşalıyorum
Aslında çok da önemli değil
Bulduğum yer yere her boşluğa yazıyorum
İçimdeki boşluğu ancak böyle doldurabileyim  diye yazıyorum
İçimdeki yangın daha çok harlansın
Balıklarıma yüzecek daha çok yer olsun diye yazıyorum
Ben hep o  arafta yazıyorum

Biliyorum ki yazdıklarımızın bir farkı yok
Sen güneşin doğuşuna kızıp yazıyorsun
Ben yağmurda dans edemediğime kızıp yazıyorum
Kimbilir…
Ne kadar farklı görünse de aynı iplerle tutunuyoruz, aynı derinlere inip aynı uçurumlardan düşüyoruz
İnsanız
Birbirimize çok benziyoruz.
Bazen korkarak sokuyoruz kafamızı sirkten içeri
Kimi zaman tam ortasındayız en becerikli cambaz biziz kendi sahnemizde
En izlenesi oyunumuzu oynuyoruz
Alkışlar senin
Duyamadın mı?
Sus ve dinle o zaman
Hepimiz bu dünyadayız ve alkışları hak ediyoruz
En azından
Sırf bunun için
Sırf
Yaşadığımız için

27 Ekim 2010 Çarşamba

yaşadım diyebilmen için

Vazgeçtim kaçmak yok söz bu kez diyerek "Tutunamayanlar"ı elime aldım.Tamam biliyorum yarım yaşanan ilişkiler gibiydi ağzımızda, içimizde dolanan ama olması gereken. Şimdi baştan başlıyoruz.Keşke ilişkilerde de öyle olsa ama öyle bir buton yok hayatta.Başlıyorsun aldığın haz, acı, zevke göre bırakıp gidiyorsun ya da onları yaşamaya devam ediyorsun. Tutunamayan olmak fikri ne kadar doğru ne kadar itiraf edebildiğin ya da ne kadar sindirebildiğin bir fikir bilemiyorum. Hani şu an iyi gider misin onu da bilmiyorum çünkü ben her şeyi değiştirme arefesindeyim. bu sefer işte evet bu sefer.

Herkes tutturmuş yani anlıyosun dimi tutturmuş sevdiğini, evliliğini, içlerinde hiç ukte kalmamış hiç acaba dememiş, hiç kırmaktan korkmamış ki bu yüzden belki çok da kırılmamış çok önemsememiş işte çok da düşünmemiş.bu yüzden iyi bu yüzden sonsuz bir huzuru var o insanın sonsuz bir acelesi gitmesi gereken randevuları ve arkadaş toplantıları.

Hiçbir şehri içine sokacak kadar sevmemiş hiçbir şehirden nefret eder gibi kaçmamış.nedir bizde eksik onlarda fazla onlarda eksik bizde fazla olan şey.hangi hayat daha güzel hangi hayat tutarlı.Kışkanç gözlerle arkadaş toplantılarında ben daha güçlüyüm evet şekerim diye içlerinden geçirenler mi daha dost! ya da daha samimi evet görüyorsun ya yapamadı ben böyleyim deyip sevdiğine, işine, evine, yuvasına kavuşmuş insan mı daha huzurlu ve mutlu.

Doğru bildiğimiz doğrular yanlış bildiğimiz yanlışlar ve işte tek kişisiniz.

Evet yaşadın onca itiraza onca olmaz şöyle olsun böyle olsun diyene inat tek başına da olsan Yaşadın.tutunduğun umudunla gerçeğinle düşünle hala insanlara uymayan sevginle iyi niyetinle yaşadın.
Yaşadın artık sizi hiç istemiyorum diyerek yaşadın
Beni böyle de sevin sevmezsiniz ama böyleyim diyerek yaşadın

Böyle olsanız bu değil işte ben bunu istemiyorum bunu anlayın artık bu anlamayan gözlerle baksalar da yine de yaşadın
Yaşamak zorundasın
Bir tane daha var mı senden
Yok
Tek başına olsan da
Tutunmaya çalışsan da başkalarının eteklerinden değil onların doğruları güzel dediği şeylerle değil
Kendi güzelliğine tutunmaya çalışıyorsan evet sensin ve evet yalnız olsan da...

Yaşadım diyebilmen için...


(bir müzik olsun istediğim fonda mırıldansın istedim ama aksaklık oldu sessizlikte yazdım, belki bu aksaklık daha iyi oldu )

foto:tumblr

23 Ekim 2010 Cumartesi

mış gibi


e-eee daha daha nasılsın neler yapıyosun?

-hiç birşey yapmıyorum... çok iyiym...her şey çok güzel
ben sadece hala nasıl yalan söylediğine bakıyorum hala ve hala şaşırıyorum bile bile bu kadar usta olmanı yediremiyorum...

hiç beklememiş-
hiç tanışmamış-
hiç konuşmamış-
hiç sevmemiş-
hiç sabretmemiş-
hiç yaşamamış-
hiç ağlamamış-
ız
gibi

sanki hiç bişi olmamış gibi
onca zaman geçmemiş gibi
 birlikte büyümemişiz gibi
o parkta hiç oturmamış
o kuşları besleyen biz değilmişiz gibi


ne tuhaf
dahası kötü
olmamış gibi nasıl yaşanır

değiştim
yoruldum

ve yarın eskişehire gidiyorum
o zamanın başladığı yere
cinayetin başladığı yere
zaman geri gelsin diye değil
daha çabuk geçsin
ileri sarsın diye değil
öylesine gidiyorum


sırf kendim için
öylesine de olsa...

21 Ekim 2010 Perşembe

kırmızı

Gece. siyah. hakan günday.piyano sesi.acı.4.katın balkonu.rüzgarlı hava.yıldızlı berrak bir gökyüzü.cem adrian. kırmızı.sessizlik.kan revan içindeyim.zargana.şehrin ışıkları.arafta bir başına.edip cansever.iç sesler.kitap kokusu.mum sesi.aklımda yollar.ve şimdi şarap olsa hakkaten çok güzel olurdu ama.

sus/amak

en olmadık zamanda biter kimileri
allak bullak hayatnızı biraz daha karıştıtıp gider
bulanmış kafanızı daha da bulandırarak
susarsın

acılar en çok bunu öğretir insana
susmayı
susarak konuşmayı
susarak özlemeyi

içinizde yaptığınız monologları
fakirleşen diyalogları



dünyanın fısıltılarını duymak için iyice kulağını dayaman gerekiyor
içimdeki kuşlar göç mevsmimini şaşırdı bir oraya bir buraya uçuyor...

benim ölülerle konuşasım geliyor...

17 Ekim 2010 Pazar

günün şarkıları3

günün şarkıları2




sen gülünce bahar
renklerden pembe
günlerden pazar
aklım sende

günün şarkıları1




This messy state of love affair....
And when it stops it stops

My heart stopped beating...
ayrıca klip çok tatlı...

....

bir film…
bir fincan kahve…
en sevdiğin müzikler…
biraz ondan bundan sohbet…
biraz gülümseme…
az hayal kırıklığı…
aynı sabaha varılacak aynı gece…
yapış yapış
vıcık vıcık
bir o yana bir bu yana…
hangi kefe ağır acaba?



sensiz yaşamaya alıştırdılar galiba…
galibası mı kaldı
alıştırdılar
alıştırdı hayat
alıştırdın
alıştım
oysa
o gençlik günlerimizde…
neyse
.iktir et

7 Ekim 2010 Perşembe

Kutuplardan şişkin Ekvatordan basık / körebe


Saklambaç oynamaya çalıştıkça
Gördüm kaptığım sandığım köşeleri
Anladım köşeleri yok bu hayatın
Sığındığım boşlukları
Derin dipsiz dünyanın

toplu dünya(!)


“Ne çıkar siz bizi anlamasanız da
evet, siz bizi anlamasanız da ne çıkar
eh, yani ne çıkar siz bizi anlamasanız da."(edip cansever)

1
Dünya dedim nasıl bir yer
Anlatsam bitmez anladım desem yetmez…
İnsan dedim
İçi organlarla doldurulmuş bir korkuluk
Korkuluk ki kendinden bile korkan isteklerinden düşlerinden haksızlıklardan sesinden korkan
Aciz bir mahlûkat kendine yetemeyen
Kendine ait olamazken başkasına sahip olmaya çalışan
Çığlıklarını susturan
Hırsında boğulan
Dünya demiştim değil mi
Korkuluklarla dolu bir tarla

2
Tarlada uçuşan balonlar
Rengârenk içi boş bulutlar
Düşlerle düşünenler
Çocukların ellerinde
Uçan balonlar
Biz pervaneler etrafında
Hayat elinde bir toplu iğne

30 Eylül 2010 Perşembe

büyümek

eskiden duyunca görünce yıkılacağım şeyler yaşıyorum bu sıralar.... hani o yere göğe sığdıramadıklarımızdan...
vay be diyorum sonra duruyorum bi an öylece ve geçiyor...
yeditepe istanbul'da ali diyodu "hayat aslında o kadar zor değil biz öyle zannediyoruz" diye  o durduğum anda bu cümle geliyor aklıma...
sanırım büyümek bu.

artık herkes yere göğe sığıyor...
duraklarda bekleyelenler,bekleyip gidenler,bir uğrayıp geçenler, yıllarca beklediğini zannedenler...


göklerde olup biteni en çok kim hak ediyor...

GİT/MEK


Gitmek demiştin değil mi?
Gitmek…
Arkanda bıraktıklarını gerçekten bıraktığını zannederek gitmek…
İşte bu kadar deyip kalemi kırıp gitmek…
Hani gidivermek gibi değil sahiden kapıyı çarparak gitmek…
Sessiz sedasız değil tüm gürültüleri kucağından atarak gitmek…
Yanına sevdiğin hiç bir şeyi almadan gitmek…
Yani diyelim ki oldu…
Anladın mı?
Diyelim ki sabah sabahın 5i…
Köpekler bile uyanmamış
İlk tramvay geçmemiş
Ekmek kokusu henüz burnuna gelirken

Hani diyelim ki sen birisinin yanından kalkar gibi gittin…
Birisinin…
Hani O olsaydı yanında O’nu orada o anda bırakacak kadar çok gitmek gibi gittin…
Diyelim ki saat sabahın 5i
Ve sen
Bu sessizlikte bu kadar gürültüyle paldır küldür yapıp yüreğini gittin…
Kalbin zamanını 5 dakika ileri alarak
Olur da
Geç kalmayayım diye
Tüm kelimelerini sabaha teslim edip
Gittin…

Tam yarım kalmış bir şarkıyı tamamlayacakken
Olmamış olacak tüm sarılmaları kavuşmaları erteleyerek  gitmek…

23 Eylül 2010 Perşembe

kabus

bazen diyorum çook zengin olsam da tek derdim yüzüme hangi renk pudranın gideceği olsa...
internette alışveriş yapsam hangi elbiseye hangi ayakkabı gider diye kafa patlatsam

dünyadan haberim olmasa...
ülke elden gitse benim ruhum duymasa...
kalbime bişey saplanmasa
dünyada açlık olsa ben bilmesem...
savaş olsa görmesem...
ağlamasam
 haksızlık olsa işitmesem...
üşümesem
terlemesem
ıslanmasam
yaşamasam
ölsem işte

şükür ki;

kulaklarım sağır olana kadar açık
düşüncesi bile kötü...
iyi kii değil(im)...
iyiki değiliz....

2 Eylül 2010 Perşembe

...

yerin dibini bilen gören duyan var mı???

olmak isteidğim başka bir yer yok uzun bir süre..!!!

hoşgeldin

nasıl da özlendin sonbahar...
tadını çıkar şimdi özlenmenin...
azıcık nazlan hatta...
artık senin mevsimin...

eylül...

güzel gülümsemeler var dimi kapında...?
hala genciz ya...

sen seversin süprizleri...

canım eylül unutmadın dimi bizi..
omuzlarım hazır yağmuruna rüzgarına
renkli hırkalarım...fularlarım...

duydum
gelmişsin...


gördüm...
esmişsin...
hoşgeldin eylül...
sana sarıyı yakıştırsalar da tüm renklerini seviyorum senin...


eylül

hadi beni güldür...

22 Ağustos 2010 Pazar

Cevapları meçhul suallerin Renkleri


Yürek kimi sever, kime en çok seni der?
Yürek kaç yürekle diner? Yürek kaç kere yanarsa söner? Onca yanmadan sonra neden bir daha yanmak ister? Kaç kere sönerse durulur?  Yürek kaç kere yeniden sever?  Peki, gerçekten bir kez daha çok sever mi? Kaç hoşçakaldan sonra gelir merhaba? Kaç kez gitse de kalır, kalsa da gider? Ya kaç kez ardına bakmadan gider? kaç yağmurdan sonra büyür gözbebeği? Kaç yaştan sonra yeniden yağmura susar? Kaç sağanakta uzanır buluta kapatıp gözlerini?
Kaç düşte küser küsse de geri döner düşe?  Kaç kaybetmekten sonra vazgeçer düşten kaç düşüşte sarılır kendine…
Ey yaslanmaktan çukur olmuş omzum daha kaç yalnızlıktan sonra dolar aşk çukurun?

gözyaşlarımızı bitti mi sandın?

kendine tahammülsüzlüğün hat safhalarında... düşünmenin dibine vurulması vurup da çıkılamaması..yalnız bir adada üç şeysiz kalma isteği...

son arzun diye sorsalar sahi siz ne derdiniz?

13 Ağustos 2010 Cuma

sıcak

şu arka planı değiştiresim var ama çok sıcak.. üşeniyorum ya...
ve diyorum ki çok sevdim bu ezgiyi çook...


Nobahari-Mohsen_Namjoo
Yükleyen Ruzgarsiz. - Yüksek çözünürlüklü video keyfini yaşayın!

24 Temmuz 2010 Cumartesi

sonundaaa

İ-s-t-a-n-b-l-u-e-!!!

ordan da olympos..!

yihuuuuu... ben geliyorum demizler lacivertler gemiler adalar sahiller martılaar sırt çantaaaam denize nazır banklaaar...

 


23 Temmuz 2010 Cuma

yeniden??

mümkün müdür...
yeniden?

kabuk tutan yaralar zamanında kopartılmazsa kendi düşer,düşünce anlaşılmaz iyileştiği...
öyle bir geçer ki... sahibini şaşırtır...
sonra başkalarına yara olur farketmeden...
nasıl da değişir insan...

git gide kalabalıklaşan yalnızlıkta sonsuzluk...
sonsuzluğun dibi yok
kimle kaç kişiyle içersen iç aynı


içimden sevmek geliyor bin mevsim görmek istiyor yeniden incitmeden...
mümkün müdür?

6 Temmuz 2010 Salı

boğazında bir kördüğüm



bunca şeylerden sonra sen bilir misin yeniden başlamayı
bilirsin elbet ben bilirim bildiğini
kime dokunsa yüreğin gücü yok
kanatları yok ki uçmaya

ellerinde ipler
uçlarında düğümler
düğümlerde bir kara
ellerin derin bir boşlukta
dolanır durur


biriktirdiklerinin neresindesin şimdi
biriktiremediklerin sırtında kambur

senin hikayen bu
başka bir şey bekleme...

vardır elbet onların sebepleri
senin susuşlarının bir anlamı vardır elbet


hikayen değişir mi ?

bak
zaten kimin kanatları var ki ?

umma başka birşey

güneşleri kimse söndürmedi sen göğe bak yeter..!

18 Haziran 2010 Cuma

hayat / masal

hayattan kaçmak için mi uydurduk sence maasalları ne dersin sonra kandırdık "çocuklar masallar sizin için" deyip kendmize adadık..
??


bakma kendi kendimle konuşuyorum yine..
özledim yazmayı...
iyileşiyorum yavaş yavaş...
ruhum da bedenim de benim parçam sana diyorum hayat...

biriktirmiyorum artık biriktirmeyeceğim
nasılsa bir farkı yok 
bir faydası yok...
içimdeki boşvermişlik git gide hızlanmakta...


unuttum unuttum diyorum  hayat seninle inatlaşmıyorum artık... vazgeçmek değil...
içimden gemiler geçiyor eleni piyano çalıyor...


dünya sessizce dönüyor avuçlarımda...
gözlerimi kapatıyorum arada biliyorum ki belki sen o arada geçip gidiyorsun milyonlarca ışık yılı kadar uzak olduğunun farkındayım o yüzden hiç acele etmiyorum geçtiğin yollara attığın yıldızları görüyorum...toplamaya mecalim yok..!


kelimelerim artık yaşlandı...
açmayacağım o mezarlığı...

başka bir çocuk doğmalı bu günlerde olmalı ya doğmalı...
duvarlar artık beyaza boyanmalı...!

belki ben yeni doğmuş o cocuğa yeni masallar uydurmalıyım...
hayata dair gerçek masallar...


olamaz mı..
ya olmalı...!




not: ihmal ettiğim tüm blogcanlarım artık geliyorum:)